Her şeyin görüntüdeki önemine bayılan insan, şöyle derinlemesine dinleyecek, konuşacak birilerini bulamaz hale gelir. Yılışık bir yüzeysellik bulaşıcıdır. Yavşak erkek, hırsından tutuşan kadın modeller her yerde çoğalır. Çağımız insanı, birbirine hem hava atar hem de birbirinin gözüne girmek için çocuk gibi uğraşır durur.
İnsanlık, tarihin karanlık süreçlerini, hayatta kalma becerileri ile atlatmasını bildi, var olmaya devam ederek, en büyük mucizesini gerçekleştirdi. Yok olmadık. Şehir devletler, ortaçağ, ulus devletler, savaşlar, lordlar, güçlü kiliseler, krallar, devrimler vs. çoğu geride kaldı…
Yaşadığımız çağda ise, tarih perdeleri geçmişin güç odaklarına kapanırken firmalar için tekrar açıldı. Biz, benzer yıllarda dünyaya yuvarlananlar, insanlık tarihimizin firmalar çağına denk gelenleriz.
Sanal ihtiyaçlar çağı
İnsanlar piyasalarda yaşar, şirketlere daha iyi hizmet edebilmesi için benzer eğitimden geçerek törpülenir. Tasarım hayat sorgusuzca yaşanılır. Mutluluk, ulaşılması gereken bir hedef olarak konumlandırılır.
Bizim için sanal ihtiyaçlar yaratılır ve onlara sahip olamazsak yaşayamayacağımız hissettirilir. Mal ve hizmetleri satın aldıkça kişisel başarı peşinde koştukça –kendimizi ve ”niçin”imizi unuttukça– konfor dolu hayallere ulaşmayı daha fazla hayal ettikçe, mutlu olacağımız fikri bize empoze edilir.
Kişileri bu yalanlara inandırmak için tekrar eden reklam ve türlü pazarlama faaliyetleri kullanılır. Ne gariptir ki bu işi kurgulayan çalışanlar da, bir başkasının yalanına inanır.
Köpürtülmüş arzularının peşinde, katlanılmaz hayatlar yaşayan ve bu akıl almaz sürecin normal olduğuna inanan toplum sayesinde, çağımızın sisteminde süreklilik sağlanır.
Bu noktada, çarkların dönmesini sağlayan önemli bir dayatmadan söz edebiliriz: Kusursuz olma/görünme düşüncesi…
Taktir edilme, güçlü-bilinir olma, toplumsal düzende yer edinme arzuları gibi arzuları olan, doğuştan boşluklara sahip insan, kusursuz görünme uğruna aklını oynatabilir. Kusursuzluk arzusunun tohumu şirketler eliyle ekilir ve insanların bu isteği kışkırtılır. Kusursuz görünmek ya da güzellik dayatması, önemsiz gibi gözükse de, farkedilmesi zordur. Ancak etrafımıza bir yabancı gibi baktığımızda, bu sinsi tohumun etrafında şekillenen dünyayı fark edebiliriz.
Kusursuz görünme dayatması, henüz çocuk yaşlarda türümüzün karşımıza dikilir. Mesela İngiliz Daily Mirror gazetesinin 2014’ün başında yaptığı bir araştırma, 10 yaş ve altındaki binlerce çocuğun depresyona girdiğini gösterdi. Araştırma, çocukların mükemmel bir vücuda sahip olmaya zorlandıkları için depresyona girdiklerini ortaya koymuştu.
Güzelliğin simgesi, seks sembolü, pop ikonu Marilyn Monroe, henüz 35 yaşındayken çok ciddi yaşlanma korkusu yaşıyor ve çevresinden güzel olduğunu tekrar tekrar kendisine hatırlatmalarını istiyordu. Dillere destan bir güzel olsa da kendi küçük dünyasında için için beğenilmemekten korkuyordu. 36 yaşında öldüğünde, eski kocasına yazdığı bir mektup yanı başındaydı: “Artık ne yaparsam yapayım bir erkeği kendime tam olarak bağlayamıyorum… Hiçbir erkeğin gereksinimlerini tam olarak karşılayamıyorum…”
Şirketler çağında, kusursuz olma/güzellik pazarlaması ile sistemin devamlılığını sağlayan fikirler pompalanır; hayattaki en önemli şey nasıl göründüğünüzdür ve sizde hep değişmesi gereken bir şeyler vardır! Kilonuz, saçınız, boyunuz, burnunuz, arabanız, eviniz, kıyafetleriniz vs. Kendinizi güzel değil, biraz da çirkin hissetmeli ve dünyanın size sunduğu güzellik imkânlarıyla hayatınızı değiştirmelisiniz!
Yazar Tansy Hoskins şöyle der: “Kapitalizmin temel özelliklerinden biri sürekli olarak kendine yeni pazarlar yaratmasıdır. Bu yeni pazarlar için, sürekli olarak kendimizde bir ‘yanlışlık’ hissetmeliyiz ki kendimizi ‘daha iyi’ yapmak için ürünler, kıyafetler ve estetik ameliyat hizmetleri satın almaya devam edelim.”
Gerçeklik bağının kopuşu
Bu yıllarda, içerik ya da derinlikten öte, satın alınabilen şeyler önemlidir. İdeal bir vücut, bindiğiniz araba, gömleğin markasının simgesi hayvan, gittiğiniz mekânlar vs… Her şeyin görüntüdeki önemine bayılan insan, şöyle derinlemesine dinleyecek, konuşacak birilerini bulamaz hale gelir. Yılışık bir yüzeysellik bulaşıcıdır. Yavşak erkek, hırsından tutuşan kadın modeller her yerde çoğalır. Çağımız insanı, birbirine hem hava atar hem de birbirinin gözüne girmek için çocuk gibi uğraşır durur.
Çağımız, ‘kusursuz görünme, güzel olma’ fikri etrafında, bir gün mutlu olacağını düşünen bireyi yaratır. Ona makyaj yapar, sanal podyumlarda dolaştırır, kendini gösterebilme şehveti yaşatır ve buna zahmetsizce ulaşabileceğine inandırır.
Sonunda kişinin gerçeklikle ilişiği kesilir.
“Bir kamera olsa da kafayı uzatsam” derdine düşen insanımız, yavaş yavaş komik denebilecek şeyler düşünmeye başlar: Reklamda gördüğü, kaplan gibi yürüyerek saatine bakan adam olduğunu düşler. Katalog çekiminde 70 model bir klasik otomobilin mavi kaputuna uzanıp şapkasını havaya atan model de odur.
Arkadaşının paylaştığı fotoğraftaki gibi Santorini’de sevgilisinin parmağındaki çikolatayı ısırma oyunlarını o da oynayacak, masajlardan gevşemiş, şımarmayı hak eden eşsiz öpülesi teni Akdeniz güneşiyle buluşarak ona bir doğa mucizesi yaşatacaktır! Anlamsızlık melankolisinden para kazanan bir yazarın kumsal kitabını göğsünün üstünde tutarak, aynı kareye bacaklarını ve denizi de sığdıracaktır. Sonra da bu fotoğrafı sosyal medyada paylaşacak ve ilgi görmek en büyük amacı olacaktır.
Şans onu elbet bulacaktır, aslında ne kadar da farklı olduğunu bir gün herkes anlayacaktır! Belki bir yarışma programına katılacak, belki onu gören bir sanatçı resmini çizmek isteyecek, fotoğrafçı ise portre çekimleri için ricada bulunacaktır. Akıllı bir iş girişimiyle parayı bulacak ve ne kadar da akıllı olduğu dilden dile dolaşacaktır. İnternette bir cümle yazacak ve binlerce insan onu tanıyacaktır.
Belki bir resimdeki bakışı her şeyi değiştirecektir. Yeteneklerini dünya iyisi insanlar görecek ve ona el uzatacaklardır. Onu bu güzel kıyafetlerle gören biri bir an durup, “Senin gibi birinin buralarda ne işi var” diyecektir. Bir an gelecek tüm ışıklar sönecek ve tek bir ışık onun üzerinde dolaşacaktır. Herkes onu alkışlarken o parmaklarını ısıracaktır. Bir gün lüks eşyaları olacak, şöhret onu hiç bırakmayacak ve nihayet kusursuz görünecektir.
Kusursuz görünme, öylesine güçlü bir arzudur ki, bir yandan şirketler çağının endüstrilerini ayakta tutarken,diğer yandan da kişinin gerçeklikle olan tüm bağını koparıverir. Karıncayı dahi incitmemeye çalışan birinin üzerinde kürk görebilirsiniz. Lüks bir caddede, vitrinleri süsleyen Avrupalı tekstil ürünlerinin büyüsüne kapılan moda düşkününün aklına, onların üretildiği, ayda 38 dolara çalışılan çürük binanın çökmesi sonucu 1200 kişinin öldüğü (Rana Plaza felaketi) gelmez. (24 Nisan 2013’te Bangladeş’te içinde dünyaca ünlü markalara üretim yapan tekstil atölyelerinin bulunduğu Rana Plaza çöktü.)
Karşınıza enkazın önünde, havalı bir fotoğraf çekip paylaşma telaşıyla yanan tutuşan bir gazeteci de çıkabilir.
Filistin’de savunmasız binlerce kadın ve çocuk ölürken Facebook’ta açılan “İsrail Savunma Güçlerinin Yanındayız” adlı bir grupta dünyanın dört bir yanından kadınlar, seksi fotoğraflarını savaşa destek mesajlarıyla birlikte yayınlayabilir. Modern zaman, şirketler çağı, piyasası ile insanların üzerine düş pompalar. Göz gözü görmeyecek kadar her yanımızı sarmalamış sabun düşler, bizi rüyada tutar.
Biz şirketler çağına, tarihimiz ise kafası karışık, rüya aleminde, bir büyünün etkisi altında kalmış insan türüne şahitlik ediyor. Kılıktan kılığa girerken bir tek kendi olamayan, anlamsız bir kusursuzluk peşinde koşan nesli temsil ediyoruz. Sistem için ise tükettiği kadar var olan, bir başka tüketen gelene kadar varlığına katlanılabilir olan bir nesil…
Fırat Devecioğlu
Yüzleşme, Mona Kitap
2.Bölüm. 1.Düşünce Yazısı, syf:63
Comments